Skip Navigation Links

Eski Ramazanlar

Çocukluk yıllarımın Ramazanları kış mevsimine denk gelirdi.

Gazete Köşesi   A+a-

 

    Günün erkenden karardığı, bakkal ve fırınların önlerinde kuyrukların olduğu yıllar. Tabi o zamanlar market kavramı ve bu adla da anılan büyük bakkaliyeler de yoktu. Aklımda kalan büyük bakkaliye, aynı zamanda toptancı olan, Corc ve Simon Okur kardeşlerin işlettiği mağazaydı. Savaş mahallesinin barlar sokağındaydı. Manolya humusçuluğun karşısındaki apartmanın önü diyelim.

   Eski ramazanlar deyince sahurdan başlamak lazım derim. Şimdilerde olduğu gibi, davul olayı yoktu. Davul, İskenderunluların hayatına 30 yıl önce girdirildi. Herkes kalkış saatini bilir. Zamanında kalkardı. Bahçeli evlerin hüküm sürdüğü devirden söz ediyorum. Komşular, uyanamayanların pencerelerini tıkırdatır, sahura kaldırırdı. Ya da şimdi esamisi okunmayan çalar saatin uyandırmasıyla kalkar, sahurumuzu yerdik. Neler yenirdi? Genelde pekmez tahin ağırlıklı kahvaltı türü yemek ve çay. Avvveh! Tadından geçilmezdi canııım. Bazen de börek. Suyumuzu ihmal etmezdik. Ne de olsa, “Lmay ıhtır ruh” (Su canın kardeşidir.) kültüründen gelmiştik.

 

 Sabah olunca, işi olan işine, öğrenciler de okula giderlerdi. Öğrencilerin oruçlu olup olmadıkları dillerinden belli olurdu. Dilin üzerinde, belli belirsiz bir kuruluk varsa, haaa tamam sen sahiden oruçlusun derdik. Günler kısa olunca da, zamanın nasıl geçtiği belli olmaz. Annemizin yaptığı ev işlerine yardım ederdik. Rahmetli babamın belli bir menüsü vardı. Sofrada mutlaka hamur işi olacaktı. Börek, sembüsket ya da tıtmaç. Böreği hep biliriz de sembüsket, tıtmaç ne? Değil mi yani!

Unu mayasız yoğururuz. Elde açılacak kıvama gelir. Fındık lahmacun büyüklüğünde açtığımız ince hamura(Pişinin ortası delinmemiş hali.), soğan, sarımsak ve maydanozlu kıymalı harcı koyar, yarım ay biçiminde kapardık. Ardından, gaz ocağındaki tavaya, kızgın yağa atar kızartırdık. Yemesi, tadı, Ühüüüü. Fevkalade. Ve hatta acaba daha çıkar mı diye de annemize bakardık.50–55 yılın öncesinden söz ediyorum. Kollestrolün, damar sertliğinin ne olduğu bilinmeyen dönemler. Bir dirhem etin bin ayıp örttüğü yıllar! Şişmanlığın “Sahha”, sağlık olarak algılandığı, doğru bildiğimiz çok yanlışları yaptığımız yıllar. Haaa, bir de yemek, iftara yakın olacak ki, top attığında sıcak sıcak yensin. Soğan ve baharat elele verir, midenizi yakar. Gelsin tas tas sular. O zamanlar da her evde musluk yok. Mahallenin merkezi yerinde, belediyenin Kestel’leri (Kendi mecrasıyla akan ve bir boruyla bizlere ulaşan pınar.), tulumbalar vardı. Biz çocukların, uçarak satılı (Sitil, helke.) doldurduğumuz çeşmeler. Sertliği yok. Yağ gibi inen sular. Damacana suyuna daha 50–55 sene var! Bir de Çankaya yokuşunun hemen altında, köprünün dibinde ras ıl ayn denilen pınar başından su getirirdik... Alooo hey Fevzi, oğlum daldın ha.(Eyn şret?) Nerelere gittin. Vallahi gittim. Demeseydiniz, Çay mahallesine adını veren çaya girecektim. Allah vekil..

İftarı hayırlısıyla yaptık. Çay faslı yoktu o zamanlar. Tv. da. Ders çalışılır. Babamın kıssalarını dinlardik.. Şimdiki nesil, kısa Ahmet’i bilmez tabi. Ansahiden de çok kısaydı Ahmet. Ama Allah vergisi gür, gür ne demek gök gürültüsü ya da zağka(Şahika) dediğimiz yıldırım sesine eş değerde bir sesi vardı. Ki, bizim arka mahalleden “Raaaaamaaaazaaaaaan gülleeeeeriiii geeeeeldiiiiii,” diye bağırdığında, size yemin, eski Körfez, şimdinin 143. sokakta oturan kuzenim Munir bile duyardı. Karaçaylı marketin bitişiğindeki evimize bir koşu gelir, ikimiz Ahmet’e yetişmeye çalışırdık. Ahmet’in “Ramazaaan gülleri, şak şak eder bülbülleri” tekerlemesi mahalleyi ayağa kaldırırdı. Taşıyabildiği bir fırın sinisindeki gül biçimi poğaçalar, “Yetiştin yetiştin yetişemedin nokta com.” Misali, bir anda tükenirdi. Alamayanlar da, kös kös eli boş dönerdi. Şimdilerde poğaçaların çeşidi, fırın ve pastanelerin vitrinlerinde görücüye çıkmış gelinler gibi!

Bakın sembüsketi anlattık, kısa Ahmet’ten söz ettik. Tıtmaç’ı unuttuk. Laf aramızda, şimdiki tazelerin pek bilmedikleri, bilseler de, yoruculuğundan yapmaya üşendikleri bir hamur yemeğiydi. 64 yaşındayım. Bekârken annem rahmetli yapardı. Evlendim. Eşim -Fevziciğim, kilo almaya müsaitsin. Yapmayalım daha iyi.. Emir ve direktifleri gereğince! evde tıtmacı bilen yok... Nasıl mı yapılır. Aslında çok basit. Yufka biçiminde açılan hamur, bıçakla eşit genişlikte, şeritler halinde kesilir. Kibrit kutusu büyüklüğünde kesilen şeritleri, yine bıçakla 1-2 santim büyüklüğünde parçalarız. Tabi önceden unla harmanlanır ki, üst üste geldiklerinde parçalar yapışmasın. Mefhuuum? Beri yanda haşlanmış yeşil mercimekli kaynar suya atılan hamur, pişmeye yakın kızgın yağ dökülerek servis edilir. Tabi isteyen, baharat ve biber de ekelerdi.

Tatlı olarak neler yenilirdi ya Favze. Ona gelelim. Baklava, evet. Ama Şeğğerilerin açtıkları “Yeşil Köşe Pastanesi”nde (Şimdi, Cumhuriyet meydanında, yeni açılan simitçinin yerindeydi. Ondan önce de o yerde damga pulu, milli, piyango satan küçük bir büfe vardı.) akla gelecek her türlü tatlı vardı. E o zamanlar, pastaneden alışveriş yapmak bütçe işiydi. Evde yapılan “Feyşet” (Lokma) “Mheytira” (Tahinli muhallebi) imdada yetişirdi. Nefsimizi öyle körletirdik..Bir de biz yaştakiler, tutumluluk döneminden gelmeyiz. Annem, üç ayda 360 lira, dul ve yetim aylığı alırdı. Bu parayla, okul masrafları, yemek, su ve elektrik giderleri karşılanacaktı. Öyle kredi kartı falan hak getire. Şeyh Nüreddin amcayla, Tevfik bakkalın veresiye defterlerindeki yekün artınca, biz çocuklarla, “ -Hebibe yavrum, annene söyle borç arttı.” Bunun manası şu; Maaşınıza göre alışveriş yapın. Ay sonunda borcun hepsini isterim! Mal onun, İster verir ister vermez. Herkes, ayağını yorganına göre uzatacak arkadaş! O kadddar. Bazen, eli boş döndürüldüğüm günler olmuştur. Eski borç artmıştır. Ödeme güçlüğü var..Bu yüzden elim para tutmaya başladığında, borçlanmamayı prensip haline getirmişimdir.Çocuklarımı da öyle yetiştirdim. Ödenemeyecek borcun altına girilmez.

Gökhancığım, yazı uzun oldu galiba. Eski Ramazanlardan başladık. Ekonomi dersine geldik. Her şeyi tadında bırakmak lazım. Değil mi! Akşama Melikler gelecek. Hanım, torun geliyor diye, sabahtan mutfakta.- Ayağıma dolaşma da ne yaparsan yap dedi. Sağ olsun, izin saatime denk geldi de, bu yazıyı kotardım. Bak şimdi de mutfaktan çağırıyor. Fırına gönderecek galiba. Hepinize hayırlı iftarlar efendim. Saygı ve sevgilerimle.

ÖNEMLİ NOT: Geçen yazımda, maalesef, göz yorgunluğundan kaynaklanan imla hatalarım olmuş. Gözden geçirmeme rağmen, bazı kelimeleri eksik bırakmışım. Cümlenin anlamını değiştirmese de, benim gibi titiz birine yakıştıramadım. Özürlerimin lütfen kabulüyle.

 

 



Diğer tüm yazıları için buraya tıklayın!
Adınız
:
Mail
:
Mesajınız
:
Bu içeriğe ilk siz yorum yapın!
yazar'ın diğer yazıları
makale kategorileri
öne çıkanlar
deneme bonusu güncel giriş supertotobet