Skip Navigation Links

YEREL SEÇİMLERİ YANLIŞ ANLIYORUZ

Bugün seçimlerden bahsedeceğim. Sosyal medyada o kadar çok karşımıza çıkıyor ki; Türk siyaseti, Mark Zuckerberg’in en iyi oyuncağı olmuş durumda.

Vahap Yüce

Gazete Köşesi   A+a-

 Bugün seçimlerden bahsedeceğim. Sosyal medyada o kadar çok karşımıza çıkıyor ki; Türk siyaseti, Mark Zuckerberg’in en iyi oyuncağı olmuş durumda.
2023 tam bir felaketti. Korkunç depremler, seçim karmaşası, terör, çöken ekonomi.
Şu sıralar da zor bir dönemden geçiyoruz. Muhtemelen hiçbir konuda hemfikir olmadığımızı hissediyorsunuz. Ama ülke olarak sandığınızdan çok konuda hemfikiriz. Emekli maaşları, göçmenlerin yasal durumu, et fiyatları. Google aramaları bunu gösteriyor.
Yani aslında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iki kutba ayrılan halkımız birçok konuda kesişiyor.
Bunu yerel seçimler için düşündüğümüzde bu konular daha da artıyor. Ancak milyonlarca insanın aynı noktada düşündüğü konularda, vatandaşlar temsil edilmediklerini düşünüyorlar. Öyle ki 2019 yerel seçimlerinde tam 9 milyon seçmen sandığa gitmedi. Ancak hoşunuza gitse de gitmese de bu yıl da bir seçim var.
Siyasetçilerimizin kampanya finansmanını, seçmen baskısını, adayları ve meclis üyesi adaylarını eleştirmeyi ne kadar çok sevsek de aslında çok daha temel bir sorun var: Seçimlerimizi yanlış yapıyoruz. Adayların yanlışlığından bahsetmiyorum. Bahsettiğim şey, seçimlerimizin karar veriliş şekli.
Şimdi seçimleri bir düşünelim. Tek bir kişi kazanabilir ve kazanan her şeyi alır. Ya her şeyi kazanır ya da her şeyi kaybeder, ortası yok. Dahası kazanmak için çoğunluğa da ihtiyacınız yok. Demokrasimizin en temel ilkesini yanlış anlıyoruz. Çoğunluğu sağlayanın yönettiğini sanıyoruz ama doğru değil. Aslında fazla oy alan yönetiyor. Kazananın her şeyi aldığı oylama sistemi, birçok siyasi sorunun da ana sebebi. Hatay’ın yıllardır kötü yönetilmesinin ana sebebi de bu. Seçim sürecinin ilk günlerine dönelim. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’a partisinden büyük bir tepki vardı. Ancak yapılan anketlerde diğer adaylardan öndeydi. Yine de yapılan anketlerde kendi oyundan çok daha fazla karşısındaki adaylar almıştı. Bunu bir an düşünün. CHP seçmeninin çoğu Savaş’a “Hayır” dedi. Ama fark etmedi. Partinin eğilip kabul etmesi gerekti. Adaylıktan önce ve sonra partililerin konuşmalarını gözlemlediğinizde bunu çok net bir şekilde anlayabiliyorsunuz.
Oyunu “kerhen” CHP’ye verecek olanlar Savaş’ı sevdikleri için benimsemediler. Ancak öteki partiye duyulan korku ve nefret, günümüz siyasetinin en güçlü faktörü. Adı da “negatif yandaşlık”. 10 yaşındaki çocuklar gibi oy veriyoruz. Önemli olan kimi sevip sevmediğimiz değil. Her seçim “Ya hep ya hiç” şeklinde oluyor. Partiler birbirlerine aralıksız saldırıyor. Bu da onları birbirlerinden gittikçe uzaklaştırıyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimindeki kutuplaşmaya bakın. Neredeyse her zamankinden çok bölündük. Depremzedelerin sorunları hakkında bile fikir birliğine varamıyoruz. Savaş, 6 Şubat 2024’te kendisine yönelik yapılan protestolar hakkında, “Diğer adaylar organize etti” dedi. Sonra onlar hakkında “Hataylı değiller” dedi. Savaş, kendisi ile aynı görüşte olmayan kimseye “Hataylı” demiyor. Size katılmayanları ötekileştirmeye başladığınızda, onları alt etmek için her yolu denemeye girişirsiniz. Çünkü politikada bunun karşılığını alırsınız. “Kazanırsanız koltuk sizindir.”
Meclis Üyeliği Sistemi de bunu teşvik etmekte. Bu sistem kırsal bölgedeki vatandaşlara daha fazla, şehirdeki vatandaşlara daha az temsil gücü veriyor. Yani sistem içerisinde çoğunluk yönetimi değil, çoğul azınlık yönetimi var. Ne yazık ki partiler, bunu bir avantaj olarak kullanıp listeleri belirliyorlar. Ve bu listelerin temsil beceriksizliği “kazanan her şeyi alır” dengesizliğinin bir parçası. Çünkü adayların alternatifi olsa da listelerin bir alternatifi yok. Çünkü her parti, meclis listelerini hazırlarken aşağı yukarı aynı şekilde düşünüyor.
Partililer seçim sürecinde bu listelere ne kadar tepki verseler de bu tepkiler nispeten cılız çıkmıştı. Bunun en büyük sebebi de ortada ciddi bir fikir birliği olan bir düşünceydi: “Karşıdaki adayı yenmek zorundayız”.
Peki biz bu noktaya nasıl geldik?
“Kazanan hepsini alır” modeliyle.
Bu modelle her şehirde iki partinin yarışa katıldığını düşünüyorsunuz. Pusulada diğerleri bir formalite olarak göze çarpıyor. Adayları konuşabiliriz. Listeleri konuşabiliriz. Ancak bu, oy verme yaklaşımı ile ilgili temel sorunlarımızı çözmez.
Şu an elimizde olan bir şey bu gidişatı değiştirebilir: “Tercihli oylama”.
Tercihli oylama, tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi bir adayın yüzde 50’yi geçecek şekilde kazanmasıdır. İlk turda yüzde 50’yi geçen bir aday bulunamazsa, ikinci turda seçim en fazla oy alan iki aday arasında geçer. Bu da sizin temsilinizi güçlendirir. Zira eğer siz saf dışı kalmış bir adaya oy verdiyseniz, ikinci tura kalan adaylar sizi kazanmak zorundadır. İşte bu çoğunluğa dayalı seçim sistemidir. Çünkü her şekilde vicdanınızı dinleyip oy kullanıyorsunuz. Tercihli oylamada adaylar tüm seçmenine hitap etmek zorunda kalıyor ve bu da yerelde temsil gücünüzü artırıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Türk milliyetçilerini kazanmak için yaptıklarını hatırlayın.
İnanın bana bu sistem, yerel seçimlerdeki en adil sistem.
 
 
Diğer tüm yazıları için buraya tıklayın!
Adınız
:
Mail
:
Mesajınız
:
Bu içeriğe ilk siz yorum yapın!
makale kategorileri
 
öne çıkanlar
deneme bonusu güncel giriş supertotobet